top of page

Freud'un "Rüya Çalışması"

  • Yazarın fotoğrafı: İ. Şahin Ateş
    İ. Şahin Ateş
  • 14 Eki 2024
  • 10 dakikada okunur

Bu metin İstanbul Freudcu Psikanaliz Derneği (FPD) bünyesinde FPD Okul mensuplarına 13.10.2024 tarihinde tarafımca yapılmış olan sunuma aittir.


Herkese merhaba,

 

Bildiğiniz üzere, bugün sizlere “Freud’un ‘Rüya Çalışması’ndan” bahsedeceğim. Bu, yani, “Rüya Çalışması” (Almancasıyla: Die Traumarbeit) Rüyaların Yorumu’nun 6. Bölüm’ünün başlığıdır. Yakın zaman içerisinde FPD Okul bünyesinde gerçekleştirdiğim bir sunumda söz konusu kitabın bir sonraki bölümünü, en azından söz konusu bölümün bir kısmını, konu edinen “Freud’da Regresyon” başlıklı bir sunum gerçekleştirmiş ve sizlere regresyon kavramının bilhassa arzu ile münasebeti göz önünde bulundurulduğunda, Freud için merkezî öneme sahip bir kavram olduğunu göstermeye çalışmıştım. Bugünkü sunumumun metapsikolojik temelleri, bu açıdan bakıldığında, büyük bir farklılık göstermeyecek.


“Freud’da Regresyon” araştırmamın merkezî önermesi, Freud’da arzunun “bir anlatım ya da ifade biçimi” olması idi. Katılanların hatırlayacağı üzere, bu husustaki düşüncelerimi Freud’un 1917 yılında yayınlamış olduğu “Rüyalar Kuramına Metapsikolojik Bir Ek” başlıklı makaleye dayandırmıştım. Bu önerme, rüya çalışması için her şeydir. Rüya çalışması, bu önermenin işe koşuluşundan başka hiçbir şey değildir. Bu yıl derneğimiz adına 10 sunum gerçekleştirdim ve bunların hatırı sayılır bir kısmında sözü geçen bu 1917 makalesine ve 1915’te yayınlanan “Bilinçdışı” makalesinin son iki bölümüne atıfta bulundum. Elbette ki bir yazarın eserine girebilmenin farklı yollarını keşfetmenin bir sonu ya da sınırı yoktur. Geçmiş yıllardaki sunumlarımda Freud’un “ekonomik teorisinin” böylesi yollardan birisi olduğunu savunuyordum, hâlâ da savunuyorum. Burada okur olarak bizler için mühim olan bir önemi olduğunu sezdiğimiz bir izleği mümkün olduğunca takip etmek ve bulgularımızı aynı yolları bilmem kaç kez kat ederek sınamaktır.

“Rüya Çalışması’nın” giriş cümleleri ile başlayalım. Bugün Rüyaların Yorumu’ndan yapacağım tüm alıntılar Say Yayınları tarafından tek cilt içerisinde tam metin olarak yayınlanan Dilman Muradoğlu çevirisinin 2019 baskısından olacak. 


Rüya düşüncesi ve rüya içeriği, aynı konunun iki farklı dildeki tasviri gibidir. Daha doğrusu, rüya düşüncesi, farklı bir ifadeye bürünerek rüya içeriğine aktarılmıştır... Rüya düşüncelerini duyduğumuz anda makul ve anlaşılır buluruz. Ama rüya içeriği bir yandan da imgeler dilinden oluşur ve bu dilin sembollerini rüya düşüncelerinin diline tercüme etmek gerekmektedir. Bu sembolleri, semboller arasındaki ilişkilere bakmadan, sadece görüntü değerleriyle ele almak bizi yanlış bir yola sevk eder.


Daha şimdiden, yani bölümün ilk cümlelerinden itibaren karşımızda farklı anlatım biçimleri (imgeler, sesler ve sözcükler) ve Freud’un adına “çeviri” dediği bir işlem var. Bu işlem, yani çeviri işlemi, bizim için yabancı bir şey değil. Freud psişik aygıtın aşina olduğumuz manadaki ilk görünümlerinden birisini 6 Aralık 1896 yılında kaleme aldığı 52. Mektup’ta betimlediğinde, psişik aygıtın farklı katmanları arasındaki iletişimi mümkün kılan şey yine bu çeviri işiyidi. Hatta, Freud’a göre, söz konusu çeviri işinde bir hatanın vukuu “bastırma” denen şeyin ta kendisiydi. Şimdi, sizlerin de artık aşina olduğunu umduğum üzere, 52. Mektup’ta tasvir edilen bu hareket Freud tarafından Rüyaların Yorumu’nun bir sonraki bölümünde zaten açıkça ve detaylıca yeniden ele alınmıştır ve Freud burada da yani 6. Bölüm’ün başında da okurlarına bir rüya yorumlamanın inceliğinin bir temsilin hareketini takip etmek olduğunu ima etmekten hiç geri durmaz.


Bu ne demektir? Öncelikle bu, şimdiden, psikanalitik kliniğin uygulayıcıları için fevkalade önemli bir uyarıdır: Psikanalist ne “olgunlaşmış ve analiz edilmeyi bekleyen” düşünce gruplarıyla ne de bu düşünce gruplarını deşifre etmekte kullanacağı bağlamsız (dolayısıyla dolayımsız) bilgiler bütünüyle çalışır. Yani, rüyanın imgeleri onların “görüntü değerlerine” göndermede bulunarak anlaşılamaz. Hatta, belki bir adım ileri gitmemizde bir mahsur yoktur: Bir rüya söz konusu olduğunda onu anlamak esas bir hedef bile değildir. Zira adına “anlamak” dediğimiz şey, bir şeyi kaçınılmaz olarak kronolojik ilişkiler ağına yerleştiren bir nedenselliğe maruz bırakmak ve onu kendilerinden sual etmediğimiz bilgilerimiz ile mukayese etmekten başka bir şey değildir. Ne var ki Freud’un eserinde bir önceki cümlemde dile getirdiğim her bir kavram, zaman, nedensellik, bellek ve sınama… sorunsallaştırılmış ve detaylıca tartışılmıştır. Hâl böyleyken, Freud için bir analistin bir rüyayı anlamasının nihaî bir hedef olarak görülmesi ihtimâl dahilinde bile değildir. Nitekim 314. sayfada şöyle yazar: “Unutmamamız gereken tek şey, burada (yani rüyada) bilinçsiz bir düşünme eyleminin söz konusu olduğu ve bu sürecin, isteyerek, bilinçli olarak düşündüğümüzde içimizde algıladığımız süreçten kolayca farklılık gösterebilecek olması ihtimalidir.”


Bu cümledeki “bilinçsiz” yani “bilinçdışı olan” sözcüğünün olumsuz bir anlamda kullanılmadığının altını çizmek, bizler açısından hiç de hafife alamayacağımız kadar önemlidir. Bilinç, bilinçöncesi ve bilinçdışından bahsederken kendi prensipleri bulunan hâllerden bahsetmekteyiz. Bu hâller, yani 52. Mektup’un dili ile “bu tabakalar” birbirleriyle iletişime geçebilirler. Nitekim bu iletişimi belirleyen ve ilerleten her bir eylem, Freud tarafından ayrı bir “aktivite” olarak değerlendirilmiş ve üzerine çalışılmıştır. Geçtiğimiz Pazar günü SALT Galata’da gerçekleştirdiğim sunumu dinlemiş olanlarınız “benliğin” (yani Ego’nun) böylesi bir eylem olduğunu açıklamış olduğumu hatırlayacaktır. Freud’un 1925’teki “Olumsuzlama” makalesinde ele aldığı “yargı işlevi” de yine böyle bir eylemdir. Hatta “düşünmenin” kendisi bile, Freud’a göre, bir “deneysel eylemdir”. Dolayısıyla konuşan Özne’nin, yani Hegelci bir dil kullanarak ifade edecek olursak, kendisini konuşmak suretiyle tarihselleştiren ve insanlaştıran Özne’nin temsiller ile yaptığı her bir şey, bir eylemdir. Bu sebeple iş, aktivite, eylem, ekonomi, fark, kâr ve benzeri sözcükler onun eserinin her yanına yayılmış durumdadır. Nitekim bu bölümün başlığı da Die Traumarbeit, yani “Düş Çalışması’dır”. Yoğunlaştırma, yer değiştirme ve aşırı belirlenme gibi Freud tarafından bölümün sonraki kısımlarında tartışılacak olan her bir kavram, esasında, söz konusu düş çalışmasının işe koştuğu bir tekniktir. Düşteki bu incelik hiç şüphesiz bir yorum sanatını gerektirir. Deutungskunst, yani “yorum sanatı”, Freud tarafından hakikaten de bir keresinde (en azından benim bildiğim kadarıyla) kullanılmış bir ifadedir. Roland Barthes “Change the Object Itself” başlıklı makalesinde şöyle yazıyor (s. 167):


 ... sorun bir ifadenin, bir özelliğin, bir anlatının (gizli) anlamını ortaya çıkarmak değil, anlamın temsilini çatlatmaktır; sembolleri değiştirmek ya da arındırmak değil, sembolik olanın kendisine meydan okumaktır. Bu noktada (mitolojik) semiyoloji kendini biraz kendisinden önceki psikanalizle aynı durumda bulur: psikanaliz zorunlu olarak sembol listeleri hazırlayarak işe başlamıştır (düşen bir diş öznenin hadım edilmesi anlamına gelir, vb.), ancak bugünkü kaygısı, böyle bir sözlükten çok daha fazlasıdır (ki bu sözlük, yanlış olmamakla birlikte, artık onu ilgilendirmemektedir – psikanalitik cehalet ile uğraşanlar için muazzam bir ilgi alanı olsa da), gösterenin diyalektiğinin sorgulanmasıdır...


Gösterenin diyalektiğinin sorgulanması. Esasında Freud’un bölümün açılış cümlelerinde okurlarına sunduğu uyarı, tamamen buna dairdir: Sakın rüyanın size sunduğu imajları çalışma alanınızın esas meselesi ile karıştırmayınız. Aksi takdirde, yani Barthes’ın deyimiyle, bir analist analizanına bir sözlük fırlattığında, nasıl olur da bir analizan (burada da Derrida’yı tekrarlayalım), bir rüyada kendi gramerini oluşturmakla meşgul olduğunu sezebileceği bir çalışma alanını psikanalitik klinik içerisinde bulabilir? Unutulmamalıdır ki psikanaliz analizanın çalışma sahasıdır. Lâkin bu çalışma ancak ve ancak diyalektiğe alan açmakla mümkün olabilir. Lacan’ın tabiri ile kulaklarının tahammül edemediği her boşluğu bilgisi ile tıkayan düzeltme düşkünü ortopedik psikologlar olursak, er ya da geç, bizim gürültümüz analizanın sesini bastıracaktır.


İşte yoğunlaştırma, analizanın gramerinin rüyanın bir anlatı oluşturma işi çerçevesinde düzenlendiği durumlardan birisidir. Freud’a göre rüyanın içeriği ile rüyanın düşüncesi arasındaki gözle görülür farkın kaynağı bu işlemdir. Bir kişi bir rüyasından bahsederken, bu çok kısa bir rüya dahi olsa, dakikalarca konuşabilir. Halbuki rüya tecrübesi, onun bir film sekansını andırır çabuklukta kendisini gösterdiğine delalettir. İşte bu sebeple, rüyanın içeriğini “rüyaya dair açıklamalar” ile çevirmeye kalkmak bizleri kaçınılmaz olarak hataya sürükleyecektir. Freud şöyle yazıyor (s. 317): “Rüya içeriğinin her öğesi, birden fazla rüya düşüncesinde temsil edilir, yani “aşırı belirlenmiştir… Rüyanın bir öğesinden birçok rüya düşüncesine ve bir rüya düşüncesinden birçok rüya öğesine sayısız çağrışım bağlantıları vardır.” Fark etmiş olabileceğiniz üzere, son derece ekonomik bir stratejidir bu. Freud’un bu kitabın çeşitli noktalarında 1905 yılında yayınladığı Espriler kitabına önemli göndermelerde bulunduğunu unutmayınız. Ekonomi espri işinin alametifarikasıdır. Espri işi, yani, Witzarbeit. Tıpkı rüya işi, yani, Traumarbeit gibi. İşte tam da bu yüzden, ne yazık ki, bir espriyi uzun uzun açıkladığınızda, onda gülünçten eser kalmayacaktır. Aynı mantığı tersine çevirmek suretiyle “açıklamalar yaparak” rüyanın tahlil edilemeyeceğini öne sürmemizde hiçbir kusur yoktur. Rüyalar çoğu zaman ziyadesiyle gülünçtür ve bu onların tekniğinden kaynaklanır.  Hakikaten de Espriler kitabının “Esprilerin Tekniği” bölümünün hatırı sayılır bir kısmı da bu konuyu izah etmeye ayrılır. Freud’a göre “ekonomi eğilimi”, espri tekniğinin çekirdeğidir. Şimdi bu durumun metapsikolojik izahı için birkaç satır okumama müsaade ediniz. Öncelikle Rüyaların Yorumu’ndan alıntılıyorum (s. 328):


Rüyada yoğunlaştırmanın en bariz olduğu durum, sözcüklerin ve isimlerin üzerindeki yoğunlaştırmadır. Rüyada sözcükler çoğu zaman nesne muamelesi görür ve bu nesnelerle ilgili düşünceler tıpkı sözcükler gibi birleştirilebilir. Bu rüyalarda garip ve tuhaf kelimeler türetilir.


Freud birkaç sayfa sonra bunun, yani yeni kelimeler türetebilme becerisinin, psikonevrozlara da kaynak teşkil eden çocuksu bir girişim olduğundan bahseder. Psikonevrotik yapılanmalar içerisinde, tıpkı çocuklar için olduğu gibi, türemiş, birleştirilmiş, değiştirilmiş sözel ifadeler pekâlâ mümkündür. Nitekim Freud, bu bölümün girişinde, rüyanın bize gösterdiği bir imajın bir “hece” olarak, bir ses olarak değerlendirilebilir olduğunu zaten çoktan söylemişti. Şimdi ise Espriler’den alıntılıyorum. Bu alıntıyı yaptığım bölüm, kitaba aşina olanlar hatırlayacaktır, “Esprilerin Düşler ve Bilinçdışı ile İlişkisi” başlığını taşımaktadır (s. 201):


Aklımda, bir yandan, esprilerin, oyun evresinde (yani mantığın çocukluğunda) gelişimi boyunca bu haz verici yoğunlaştırmaları yapabildiği, öte yandan daha ileri evrelerde, aynı etkiyi, düşünceyi bilinçdışına daldırarak sağladıkları yolunda iki düşünce var. Çünkü bilinçdışının kaynağı bebeksi şeylerdir ve bilinçdışı düşünce süreçleri – tek ve yalnızca – erken çocuklukta üretilenlerden başkası değildir. Bir espri oluşturma niyetiyle bilinçdışına dalan düşünce orada yalnızca daha önceki sözcük oyunlarının eski yuvasını arıyordur.


Alıntıladığım her iki kısım da son derece önemli. Sizlere, konuşmamın henüz ilk dakikalarında, bu yıl gerçekleştirdiğim pek çok sunumda 1917’de yayınlanan bir metne atıf ile konuştuğumdan bahsetmiştim. Bunun sebebi, söz konusu metnin, bu alıntılarda gördüğünüz tartışmaları incelikle ele almasıdır. Freud’a göre, bilinçöncesindeki sözcük temsilleri ile bilinçdışı şey temsilleri arasında serbest bir ilişkinin bulunması nevrotik bir yapılanmanın alametifarikasıdır; onun belirleyenidir. Dolayısıyla, yukarıdaki paragrafta Freud “sözcükler oluşturmaktan” bahsederken bilhassa psikoz kliniğinden aşina olduğumuz neolojizmler hakkında konuşmakta değildir. Nevrotik sözcükler, kendilerini bir başka ihtimale açık bırakan ekonomik tekniklerin ürünleridir. Nevrotik kliniği de bu durumun üzerine inşa edilir. Bu sebeple, Freud’a göre, psikanalitik müdahalenin amacı bilinç sisteminde bir değişikliği bilince müdahalede bulunarak yerine getirmek değil, bilinç vesilesiyle bilinçdışını hedefleyecek bir yorum yapmaktır. Freud “Bilinçdışı” (1915) makalesinin son satırlarında, bu serbest iletişimi göz önünde bulundurmayan, dolayısıyla, yalnızca “soyut düşünme” maksatlı, yani, sözcük sunumlarının bilinçdışı “şey sunumlarıyla” muhtemel ilişkisini gözden kaçıran bir yorum biçiminin bir klinisyen için uygun düşmeyecek şekilde şizofrenik işleyişe yaklaştığını bildirir. Her ne kadar bugünkü tartışmamızın bir maddesi olmasa da şizofrenik bir bilinci nevrotik bir bilinçten ayıran noktanın Freud’a göre burası olduğunu belirtmek isterim. Nevrotik bir bilinç dolayımlıdır, şizofrenik bir bilinç negatiftir.


Dolayım, yani, gösterenin diyalektiği. Bu noktada rüya çalışması açısından önem arz eden başka bir noktaya geçebiliriz. Rüya yorumunun açıklamalardan müteşekkil bir yapısı olamayacağına değindik. Bunun bir başka ve son derece önemli sebebi, rüyanın kendisinin de pek açıklama yapan bir yapısının olmamasıdır. Freud 342. sayfada rüyada “eğer, çünkü, gibi, rağmen, ya… ya…” gibi, onlar olmaksızın iletişim kurmamızın olanaksız olduğu hiçbir edatın temsil edilmediğini bildirir. Rüya çalışması bu bağlantıları ortadan kaldırır. Dolayısıyla, rüyalar “kronolojik” bir görünüme sahip olmak zorunda da değildir. Yani, bir kişinin rüyayı gördüğü ve naklettiği sıralamanın rüyanın yorumu için bir kerteriz olarak alınmasının teorik hiçbir dayanağı yoktur. Rüya pekâlâ göründüğü sıralamanın aksine ya da söz konusu sıralamayı değiştirecek başka herhangi bir şekilde yorumlanabilir. Zira rüya, Freud’a göre, mantıksal bağlantıları eşzamanlı olarak ortaya koyar. Rüyaların Yorumu’nun hareketi, bizleri Freud’un farklı metinlerinden aşina olduğumuz bir başka hususa götürür. Freud şöyle yazar (s. 347-348): “Rüyaların karşıtlık ve çelişkileri ele alış şekli de son derece dikkate değer. Bu kategoriler rüyada yer almaz. Rüya için ‘hayır’ sözcüğü diye bir şey yoktur… Bu yüzden başlangıçta karşıtını da içeren hiçbir öğenin rüya düşüncelerinde olumlu mu yoksa olumsuz mu olduğunu bilemeyiz.”


Rüyada hayır yoktur. Bu 1925 yılında yayınlanan “Die Verneinung”, yani “Olumsuzlama’nın” en meşhur önermesinin oldukça erken bir görünümüdür. Bildiğiniz üzere “Die Verneinung” bizlere “Bilinçdışında hayır yoktur,” der. Birbirine böylesine yakın, hatta, birbirinden farklı olduğu da söylenemeyecek olan bu ifadelerin aralarında 25 yıl bulunan ve ilk bakışta bambaşka gündemleri olduğunu düşündürebilecek olan iki metinde ortaya çıkması ve dahası, Freud’un bunlardan birisinde tam da rüyaların zamansal ve nedensel saptırmalarından bahsettikten sonra ortaya çıkması, benim bugünkü sunumum açısından son derece önemli. Şimdi, “Bilinçdışı” (1915) makalesi zaten bizlere Rüyaların Yorumu’nu anlaşılır kılacak birkaç araç vermişti. Bu makale vesilesiyle nevrotik ve şizofrenik bilinci birbirinden ayıran önemli bir özelliğe, serbest iletişime değinebilmiştik. Freud sözcüklere “somut şeyler” olarak yaklaşmanın paranoyak bir özellik olduğunu da yine bu makalede belirtmişti. Halbuki, Espriler’den öğrendiğimiz üzere, nevrotikler söz konusu olduğunda, rüyalar söz konusu olduğunda, durum bundan çok daha farklıdır. Hem espri hem de rüya işi sözcüklere kendilerinden diledikleri şeyleri yapabildiği plastik malzemeler gibi davranır. Bu onları gerçekdışı kılmaz. “Freud’da Sembolik Düzen” başlığını taşıyan (internetten okunulabilir) sunumumda, gerçek ve gerçekdışı arasındaki ilişkinin Freud’un nezdinde hiç de sanıldığı gibi haz ve gerçeklik ilkelerini karşıtlaştırarak kurulmadığını detaylıca açıklamıştım. Rüya gerçekdışı bir şey değildir; rüya ve gerçeklik aynı hamurdan yoğurulur. Lacan 1. Seminer’inde şöyle yazıyor: “Yani, Freud’un kavrayışında, imgeselin işlevi gerçekdışının işlevi olamaz. Aksi takdirde Freud’un psikozun imgesele erişimini reddetmesinin hiçbir manası olmazdı.”


Lacan’dan yapmış olduğum bu alıntı, 1. Seminer’in Freud’un “Narsisizm Üzerine” (1914) başlıklı metnini tartışan bir bölümünden geliyor. Lacan’ın gerçek ve gerçekdışı arasındaki ayrımın yerine Sembolik ve İmgesel düzlemler arasındaki ilişkiyi getirmiş olması ve Freud’un söz konusu metnini, İmgesel’in işlevini tartışan bir metin olarak tartışması, bizim bugünkü tartışmamız açısından oldukça önemli. Aksi takdirde psikotik görünümleri “gerçeklikten uzaklaşmış olmanın ıstırabı” olarak değerlendirmemizin önünde hiçbir engel bulunamazdı. Ne var ki tartışmamızın gidişatı bizi hiç de bu noktaya sevk etmemektedir. Rüya çalışmasının rüya öğelerini karşıtlarıyla temsil edebilmeye muktedir olması, ancak ve ancak nevrotik bir dolayım içerisinde mümkün olabilir. Bir kez daha Roland Barthes’a, fakat bu kez onun “From Work to Text” başlıklı bir başka makalesine başvurabiliriz (s. 159):


Metin çoğuldur. Bu basitçe birkaç anlama sahip olduğu anlamına gelmez, anlamın çoğulunu gerçekleştirir: indirgenemez (ve yalnızca kabul edilebilir değil) bir çoğul. Metin anlamların bir arada varoluşu değil, bir geçiş, bir aşmadır; dolayısıyla bir yoruma, liberal bir yoruma bile değil, bir patlamaya, bir yayılmaya cevap verir.


Bugün Roland Barthes gibi Jacques Derrida gibi bizzat yazıyla ilgilenen, yazı hakkında soran ve yazıyı soruşturan yazarları anıyor olmam entelektüel bir egzersiz olarak görülmemeli. Psikanalize hâkim olan Freud sonrası hareket, onun eserini, örneğin bugün okumakta olduğumuz “Rüya Çalışması” bölümünün hemen ilk satırlarında bizlere sunduğu tüm uyarılardan uzaklarda konumlandırdı. Halbuki Barthes’ın uyarısını Rüyaların Yorumu’na uyarlamamızın hiçbir mahsuru yoktur. Freud’un metni “psikanalistin rüyanın sunduğu birkaç anlam arasından en uygun olanı seçeceğine” delalet değildir. Barthes da bunu söylemektedir. Freud rüya çalışmasının yazıyı (dolayısıyla rüya içeriğini) çoğulladığından, dolayımladığından, açtığından dem vurmaktadır. Bu sebeple de bu metinde onun 25 yıl sonra kaleme aldığı “Die Verneinung’tan” sezebildiğimiz gibi tartışmaların doğrudan karşılıklarını bulabilmemizde şaşılacak bir şey yoktur. Bana soracak olursanız, Barthes’ın açıklamalarını psikanalitik bir yoruma uyarlamakta hiçbir sakınca yoktur: Metnin yayılmasına, patlamasına, saçılmasına meydan verecek bir yoruma ihtiyaç vardır. Eğer bir nevrotik kliniğinden bahsediyorsak, olması gereken budur.


Nitekim Freud’un metni ilerledikçe, rüya yorumunun rüya içeriğinin literal olarak ele alınmasının risklerinden rüyanın biçiminin dahi dikkate alınması uyarını yaptığı bir noktaya doğru ilerlediğini görürüz. Freud rüyanın biçimsel özelliklerinin, örneğin nispeten daha belirsiz ya da daha canlı olan yanlarının, bir rüya öğesi olarak değerlendirilebileceğini düşünür. Yani, örneğin, gerçekten de analizanın son derece “karmaşık” bulduğu bir hususun rüyada son derece belirsiz, bulanık bir şekilde temsil edilmesi gibi. Şayet aranızda klinik tecrübeye sahip olanlar var ise analizanlarınızın konuşma hızının, konuşmalarındaki boşlukların, tekrarların, noktalamaların ve bir ifadeyi dil bilgisel olarak belirleyen her hususun çalışma açısından önem arz ettiğini çoktan fark etmişsinizdir. Esasında söz konusu rüyaların “biçimsel” özellikleri olduğunda, bu noktadan çok da uzakta sayılmayız.


Nitekim bölüm sona ererken, Freud rüyaların yorumunda bizler için kerteriz olabilecek 4 önemli soruyu öne sürer. Bu sorular şu şekildedir (s. 369):


1.        Bir öğeyi olumlu mu, yoksa olumsuz mu değerlendireceğiz? (Karşıtlık ilişkisi.)

2.        Öğeyi tarihsel olarak yorumlayacak mıyız? (Bir anı olarak.)

3.        Öğe sembolik olarak mı değerlendirilmeli?

4.        Kelimelerin anlattıklarına bakılarak mı bir değerlendirme yapılmalı?


Bu dört soru, tartışmamızı özetler niteliktedir. Burada hadise, Barthes’ın bizi uyarmış olduğu gibi, hâlihazırda “gizli” olan bir anlamı ortaya çıkarmak, sembolleri saflaştırmak, onları nihai anlamlarına kavuşturmak değildir. Freud bunun analizin hedefi olamayacağını, “Bilinçdışı” (1915) makalesinin son iki paragrafında gayet açık bir dille tartışmıştır. Okuyalım (s. 173):


Eğer bir hastaya bir zamanlar bastırmış olduğu ama onda keşfettiğimiz bir düşünceyi aktarırsak bunu anlatmamız başlangıçta zihinsel durumunda hiçbir değişiklik yaratmaz. Bunun da ötesinde, daha önce bilinçdışı olan düşüncenin şimdi bilinçli hale gelmesinden beklenebileceği gibi ne bastırmayı ne de etkilerini ortadan kaldırmaz.


Peki niçin? Fark etmiş olduğunuzu umduğum üzere Freud’un burada hiçbir işe yaramayacağından bahsettiği yorum ile rüya yorumuna dair bizlere sunmuş olduğu uyarılar arasındaki benzerlik çarpıcıdır. Öyleyse analistler olarak görevimiz hiç de gizleri ortaya çıkartmaya benzer bir şey değildir. Freud’un eserinin hiçbir noktası, psikanalizi bir çeşit özcülüğe indirgeyecek sonuçlara varabilmemize olanak sağlamaz. Rüyaların, esprilerin ve günlük yaşamın psikopatolojisinin bizlere sunduğu her türlü unutkanlığın, sakarlığın ve sürçmenin tekniğini ve çalışma prensiplerini, dolayısıyla ekonomisini metapsikolojik bir çerçeveden değerlendirmek, kliniğimizin ihtiyaç duyduğu şeydir.


Bugün için anlatacaklarım bunlarla sınırlıydı.

 

Teşekkür ederim.

 
 
 

Son Yazılar

Hepsini Gör
Psikanaliz ve Şiddet

Bu metin İstanbul Medeniyet Üniversitesi Psikoloji, Sosyoloji ve Hukuk Kulübü öğrencileri tarafından davet edildiğim 22.02.2025 tarihli...

 
 
 
Benlik, Bilinç ve Narsisizm

Bu metin İstanbul Freudcu Psikanaliz Derneği (FPD) bünyesinde Salt Galata'da gerçekleştirilen 06.10.2024 tarihli etkinlikte tarafımca...

 
 
 

Comentários


© 2024 by İbrahim Şahin Ateş

bottom of page