top of page

İmgesel ve Ayna Evresi

  • Yazarın fotoğrafı: İ. Şahin Ateş
    İ. Şahin Ateş
  • 19 Tem 2024
  • 4 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 5 Ağu 2024

Bu metin İstanbul Freudcu Psikanaliz Derneği (FPD) bünyesinde FPD Okul mensuplarına 30.06.2024 tarihinde tarafımca yapılmış olan sunumun kısaltılmış bir hâlidir.


Herkese merhaba,


Bugün için sizlere “Ayna Evresi” ve Lacan’ın 1. Seminer’i çerçevesinde söz konusu teorinin “imgesel” ile ilişkisinden bahsetmeyi vaat etmiştim.


Şununla başlayabiliriz: Freud’da İdeal-Ego ve Ego-İdeali arasındaki ayrımın açıkça görülebileceği yegâne metin 1914’te yayınladığı “Narsisizm Üzerine’dir.” Bu ayrım, Freud tarafından söz konusu makalenin üçüncü bölümünün dördüncü paragrafında açıklanır. Freud’a göre çocuklukta “gerçek Ego” tarafından keyfi sürülen benlik sevgisi (die Selbstliebe) yerini İdeal-Ego ile değiştirir. İdeal-Ego, çocuksu narsisistik mükemmeliyetin yerini alan şeydir. Yaşamın ilerleyen yıllarında çocuğun çevresindeki insanların eleştirel yargıları ve beklentileri, söz konusu narsisistik mükemmeliyetin sürdürülmesini imkânsız kılar. Çocuk, çevresindekilerin seslerinden müteşekkil bir Ego-İdeali’ne boyun eğmek zorunda kalır. Artık yegâne amacı bu ideale riayet etmek olacaktır.


Freud’un dilinde die Selbstliebe olarak karşılık bulan şey, Lacan’ın 1949’da yayınladığı “Ayna Evresi” makalesindeki sevinçli tutumdur. Çocuk, benliğini ve bedeninin sınırlarını tesis eden ve kurulmuş olmaktan ziyade “kurucu” olan “Ayna Evresi”, yanıltıcı bir mükemmeliyeti de barındırmaktadır. Bu tecrübe bir yandan Benliğin zihinsel sürekliliğini sağlarken diğer bir yandan ise temel nitelikteki bir yabancılaşmayı tesis eder.


Bu noktada Lacan’ın 1. Seminer’inin akışını göz önünde bulundurmamız icap eder. Benim görüşüme göre Hyppolite’in Lacan tarafından görevlendirildikten sonra “Die Verneinung” üzerine gerçekleştirdiği sunum, bu seminer için son derece kritiktir. Hyppolite’in sunumu, Freud’un eserinin “savunma mekanizmalarının tasnifi” ve “benliğin güçlendirilmesi” gibi analitik olmayan maksatlarla yeniden değerlendirildiği bir dönemde onu felsefî olarak son derece sağlam bir zemine oturtan kaynaklardan birisi olmuştur. Nihayetinde söz konusu makale, yani “Die Verneinung”, bugün adına “bilişsel bir işlev” denebilecek “yargı işlevine” dair bir makaledir. Freud’un bilince ve onun işlevlerine dair hiçbir açık kaynak bırakmamış olduğunu göz önünde bulunduracak olursak, bu makaleyi onun en kapsamlı bilinç tartışmalarından birisi olarak düşünmek bence mümkündür. Hyppolite de olumsuzlamayı ve yargı işlevini bir savunma mekanizması olarak değil, bilincin diyalektiğinin bir etabı olarak tartışmıştır. Böylelikle de bu sunum, Lacan’ın méconnaissance’ı tekrar tekrar tartıştığı semineri için fevkalade önem taşır hâle gelmiştir. 


Bilinçten ve méconnaissance’tan bahsettikten sonra “Ayna Evresi” metnine dönebiliriz. Lacan sunumuna “Ayna Evresi’ne” ilişkin görüşlerinin psikanalizi merkezine cogito’yu yerleştiren her türlü düşünce ile taban tabana zıt hâle getireceğini belirterek başlar. Zira Lacan’ın “Ayna Evresi” teorisi, benliği méconnaissance’ın yeri olarak ortaya koymaktadır. Böylelikle bu makalenin hemen başında, insan yavrusuna iki özellik atfedilmiş olur: Çaresizlik, yani Hiflosigkeit ve de kurucu bir yanlış tanıma.


Bununla birlikte, “literal” olarak ele alındığında, “Ayna Evresi” makalesi ilginç bir varsayıma dayanır: Neden insan yavrusu kendisini “aynanın karşısında” tanımak zorundadır ki? Bir çocuğun yaşamının belirli bir anında aynanın karşısına geçmesi gibi bir zorunluluktan nasıl bahsedilebilir? Pedagojik bir öneri midir bu? Bunu nasıl değerlendirmek gerekir? Evde mutlaka bir ayna mı bulundurmak lazımdır? Bu tecrübe, yani “Ayna Evresi” tecrübesi, şüphesiz, Hegelci arzu tanımının bir sonucudur: İnsanın arzusu ötekinin arzusudur. Lacan bu tanımı 1. Seminer’in 12. Oturum’unda açıkça tekrar eder. Dolayısıyla “Ayna Evresi” teorisiyle Lacan, Hegel üzerine çalışmalarını Freud’un eserinde yeniden değerlendirebilmenin erken ve kritik bir yolunu bulmuştur. Lacan aynı oturumda şöyle söyler: “İnsan arzusunu yalnızca kendi imajı aracılığıyla konumlandırmaz ve tanımaz, aynı zamanda ötekinin bedenine de başvurur.” Bugün burada detaylarıyla anabilmem mümkün olmasa da Lacan’ın Freud’a yerleştirdiği bu Hegelci formül, Freud’un 1895 yılında kaleme aldığı Bilimsel Psikoloji Projesi’nin 1. Bölüm’ünün 17. Kısım’ında alenen açıklanır. Freud insan yavrusunun Ein Nebensmench ile karşılaştığı bir anı tasvir eder. Bu karşılaşma esnasında insan yavrusu bir çaresizlik içerisindedir ve bu karşılaşma ona kendi bedenini tanıma fırsatı verecektir. Lacan şöyle devam eder: “Tam olarak bu anda insanın bilinci, kendilik bilinci biçiminde tecessüm eder.” Freud’un Proje’sinde çok benzeri ifadeler bulabilmek mümkündür. Böylelikle Özne ötekinin kendisine sunduğu suret vesilesiyle kendi arzusunu tanır ve bu aynı zamanda bilincin doğduğu ana tekabül eder.


Lâkin bu tecrübe, tabii, bir “bilgi” tecrübesi değildir. Yani “Ayna Evresi” Özne’ye kendi arzusunu öğreten bir tecrübe değildir. “Benlik Özne’nin arzusu hakkında hiçbir fikre sahip değildir” der Lacan. “Ayna Evresi” tecrübesinde söz konusu olan şey méconnaissance’tır lâkin bu da Lacan’ın altını çizdiği üzere cehalet değildir. Lacan’a göre méconnaissance’ı oluşturan şey Bejahung ve Verneinung’tur. Bu da söz konusu Özne’yi bir psikotikten ayıran şeydir. Nevrotik bir Özne için söz konusu olan şey olumsuzlama iken psikotik bir Özne’de söz konusu olan şey negativizmdir. Bu ayrım Hyppolite’in de kendi sunumunda önemle değindiği bir ayrımdır. Şimdiye kadar sunduğumuz açıklamalar, arzunun imgesel düzlemdeki yorumudur.


Lacan’a göre dilin Özne’nin yaşantısına dahil oluşunun öncesindeki arzu budur. Ötekinin imajıyla ilgilidir; yabancılaşmayı içerir ve en önemlisi, Hegel’in altını çizdiği üzere, arzu bu imgesel düzlemde yıkımdan başka bir şey değildir. Buradan çıkacak şey sadece agresivite ve ötekinin yıkımı olacaktır. Bu da Lacan’ın “Ayna Evresi” makalesinde Anna Freud’a ve ego psikolojisine yönelttiği eleştirilerin kaynağıdır. İnsan medeniyetinin kartezyen bir tavır takınan bilimi araçsallaştırmak suretiyle ulaştığı sonuç savaş ve soykırım olmuştur. Lacan aynı yaklaşım ile gerçekleştirilecek bir psikanalizin mümkün olmadığını bu makalede açıkça beyan eder. Şayet arzunun “semboller” yoluyla, dil yoluyla tanınması mümkün olmasaydı, yegâne sonuç yıkım olurdu. Zira Lacan’a göre insan esasen rekabet yoluyla motive olan bir varlıktır ve ötekinin bilinci ile birlikte var olmak karşısındaki imgesel tavrı radikal bir tahammülsüzlüktür. Dil yordamıyla gerçekleşebilecek olan şey arzunun isimlendirilmesi ve benliğin entegrasyonudur.


Konuşma Özne’nin arzusunun sahih bir şekilde tanınabilmesini mümkün kılar ve onu sembolik düzleme taşır. Lacan’a göre söylemdeki demirlemeler kalktıkça Özne imajındaki parçalılığı görebilir hâle gelir. Bu da Özne’nin tarihinin inşası ve yıkımı, yeniden inşası ve yeniden yıkımı ile mümkündür.

 

Teşekkür ederim.

 
 
 

Son Yazılar

Hepsini Gör
Psikanalitik Çerçeve

Bu metin 07.09.2025 tarihinde An Psikoloji'de kendilerinin "Aktarım Günleri" başlığını taşıyan etkinlik dizisi kapsamında düzenlenen...

 
 
 

Yorumlar


© 2025 by İbrahim Şahin Ateş

bottom of page